8 Kasım 2011 Salı

mektubunu bekliyorum,

kapı eşiğinde oturmuş O'nun mektubunu bekliyorum elis...

kaynağı mutfak musluğundan gelen nehrin suyu bacaklarımın arasından geçerek eteklerimi ıslatıyor... su kapı eşiğini geçtiği vakit kasabanın sonsuzluğuna karışıyor elis...

kasaba gözüme o kadar sonsuz görünüyor ki evimizin çitleri bir anda demir parlaklıklara dönüştü O'nu beklerken.

pempe pamuk şekerleri ağaçlarıyla bezenmiş o yolu birlikte yürüdüğüm adamla beni evimden çıkmaktan alıkoyan karanlık arasında sıkışıp kaldım.

yine de çiçekleri, kuşları, kitapları, ağaçları, balıkları görebiliyorum ya umudum hiç geçmiyor.

ama hava daha da kararmadan evime dönmeliyim elis...

para biriminin olmadığı bir dünyayı düşleyip üzerimdeki tüm demir parçaları mıknatısa kapılmadan önce cebimden atmalıyım.

sonra şu an bunları düşünmemeliyim diyorum.

aşkla O'nun mektubunu bekliyorum elis...

galakside beni heyecanlandırabilecek başka hiçbir şey yokken başka şeyler düşünmenin anlamı yok sen de biliyorsun.

ve biliyorsun ki gezegenimize "aşk"ı getiren ilk ve tek şövalye o!

uzun yoldan o ağır zırhları taşıyarak kapımıza geldiğinde ne kadar yorulduğunu görmemiş miydik? ve gözgöze geldiğimizde samimi bir misafir edasıyla zırhlarını kapının eşiğine bırakıverdiğinde şaşırmamış mıydık?

şimdi ben hiç gelmeyeceğini bildiğim bir mektubu bile sonsuza dek beklemez miyim elis?