ben bugün bir şiire çalıştım.
ve hayır bayım ben hiçbir zaman içimde kötülük çiçeklerini besleyebilecek kadar uzun süre bir yere bağlanmadım.
bir süre kapınızın önünde bağırıp sonra ardımdan yeşersinler diye gezegenin en güzel çiçeklerini oracığa bırakırım. ve bilirim ki muhakkak yeşerirler ardımdan. ben hiç görmesemde onları ardımda yeşillikler bıraktım ya içim rahat.
çok küçük yaşlarda öğrenmenin şansına eriştim. hayatta unutulmayacak ya da vazgeçilemeyecek hiçbir şey olmadığını. yine de "zayıflığına rağmen vefalı olan hafızam arada bir ektiğim tohumları anımsadığında çiçeklere bir bardak su içirdiğinizi bilmek yeter bana" derim ben.
bilirim, demiştiniz "rüya gören asla yerde kalmaz" diye...
kalmayıp gittiğimiz yerde bir rüyayı unutmanın en güzel yolu, onu artık sadece güzelliğini bıraktığı yerde hatırlamaktır.
ruhsuz ölmektense kalbi zehirlemek bazen iyidir ama korkmayın bir böceğe dönüşecek dozda almam onu!
mektubunuza sevgilerimle,
çalıştığım şiirin dizeleri şöyleydi;
Sana fevkalâde mühim
bir fikir söyliyeyim:
Yerine göre değişiyor insanın huyu.
Ben burada dehşetli seviyorum
Kapımın sürgüsünü açıp
duvarlarımı yıkan uykuyu.
Sanki bir dost elinin itişiyle
-hani o beylik benzetişiyle-
girer gibi rahat
ılık bir suya
bırakıyorum kendimi uykuya.
Rüyalarım mükemmel:
Hep dışardayım.
Kâinat güneşli, kâinat güzel.
Rüyalarımda daha bir kere bile hapis olmadım,
bir kere bile dağdan
yuvarlanmadım uçuruma.
“Uyanışların korkunç oluyor ama”
diyeceksin.
Hayır, karıcığım,
rüyanın payını rüyaya verecek kadar
cesaretim var.
Nazım Hikmet