
karlar erimişti. galaksi seni ayağıma getirmişti. kır kahvaltısı mucizevi olsa da aramızdaki kar fırtınalarını sadece benim görmem sana baktıkça büyüyen göz bebeklerimle...
* * *
atlıyordum. belki yazdı ve hava sıcaktı. havuzun cazibesi karşı konulamazdı. en kötü ihtimalle önümdeki uçurumu böyle hayal ediyordum. bir adım sonra ölücektim.
ama hayat böyle bişeydi. kibir en büyük günahtı. önünüzdeki nimeti beğenmeme şansı kaç kez bahşedilir tanrı tarafından yaratıklara.
neyin içine düştüğümü asla bilemeyecektim içinde olsam bile. belki yıllar sonra az biraz anlama şansı verilirse neden sonra anlamış olurdum. hepsi bu.
* * *
neyse ki sen yıllar önce neyin içine düştüğünü anlamıştın yıllar sonra. hayır çünkü bunu sen söyledin.
bir kez olsun cümleye nasıl başladıysanız o şekilde bitirmenizi istiyorum. bütünlük yok ve bin parçaya bölünmüşüm beyninizde.
gezegen acaip. canım yanmasın diye kalbinizi öyle destursuz çıkartıvermeyin diye dua ediyorum.
* * *
elis kimi zaman karlara resimler çizmeye devam ediyordu. güneşli günlerde kırlarda ayrık otlarının üzerine uzanmaya bayılıyordu.
tesadüf değildi ve ayrık otları kıçına batıyordu.
hayatta hiçbir şey tesadüf değildi ve neden sonra elis bir fahişeydi.
fahişe kelimesi kendisine atfedilmiş en masum yaratıktı o.
ben ve o dışında hiçbiriniz fahişe kelimesini ağzınıza almayacaktınız. çünkü ikimiz de birbirimize çok benziyorduk. öyle görünmesede ne kalbimiz ne de bedenimiz kucağınıza atlamaya hevesliydi.
* * *
kendini atmakla atlamak arasında fark vardı.
ben atlarken orada öylece durmayın çekilin çünkü üzerinize değil üzerinizden atlıyorumdur muhtemelen.
atlıyordum ve tesadüf değildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder