bir sabah kapıyı çalınca açtım ben de. içeri aldım. pek soru da sormadım.
oturdu hemen. tahta masaya ellerini koydu.
şapkasının içinden önce soru işaretlerini, sonra ünlemleri en son da noktalı virgüllerini çıkarıp önüme bıraktı. son kalan üst üste iki noktasını da bana olan sadakatini söylemek için kullandı.
tüm bunlar olurken kirpikleri ne kadar güzel diye düşündüm. gözlerinin içine bakarken uyuyakalmışım.
o sırada dünyanın karanlık tarafına gitmiştim.
* * *
uyanmıştım.
kirpiklerini tırmanarak gözlerine ulaştığımda kafasının bomboş olduğunu farkettim.
ama üzgün değildi. şaşırdım ve nedenini sordum. Son kalan tırnak işaretini benim için kullanması beni dehşete düşürmüştü. ve şöyle dedi:
"asıl kalbimin doldurulması gerekiyor. bu nedenle kapınızı çaldım. kafamdakileri de kalbimi daha iyi görün diye üzerimden çıkardım."
artık konuşmamız için gerekli olan bütün noktalama işaretlerini yitirmiştik. neyse ki bende yıllardır saklanmış olanlar ikimize de yetecek kadar fazlaydı. beni ayıplamasın diye söyleyemedim.
aslında bu çok önemsizdi çünkü birbirimize hiç itiraf etmedik evet ama biliyorduk ki hiç konuşmasak bile tahta bir masa üzerine bırakılmış birkaç içten cümleyle yüzyıllar boyu yaşardık.