
adını anmayacağım...
çünkü her şey "şey"lere isim verme alışkanlığımızla başlamıştı ve bu kanser bütün hücrelerimize işleyip bizi tüketmişti.
ama sadece bugün bir insanın sevmiş olma ihtimali üzerine düşündüm ve bu uzun süredir ilk defa tüylerimi ürperten tek duyguydu...
şöyle düşün:
uzaya fırlatılan bir metal parçasının içinde ölmek üzere olan bir astronottum dünyaya dönme şansım için yanıp tutuşuyordum. ama artık dönmek istediğim dünya da benim bıraktığım yer değildi. sonra ondan da vazgeçtim. sonra birde ölemedim de. orada öylece yaşayamadım da. sonra yeniden dünyayı düşündüm. hatırlayamadığım ama beynimi zorlayıp hatırlamak için kendimi tükettiğim her şeye lanet ettim.
sonra o mavi kürenin üzerine kustum.
öyle düşün işte... bana hak ver sonra kendine verdiğin kadar.
doğaya dönme şansı için yanıp tutuşuyordum ama matrix in içinde ölüyordum. çünkü bir kere hapı yutmuştum ve...
bir metal parçasının içinde ölmeyi yeğlediğimi düşündürtme ihtimaline aşık olmuştum aslında.
yoksa ayaklarım çoktan ıslak toprağa basmıştı ve imha edilmişti o uydu gökyüzünden usulca seni izlediğim...
bu benimkisiyse o mavi küreyi kendi yollarımla imha etme adına yazılmış bir manifestoydu sadece.
yoksa bir önemi yoktu
benim insan bedenim zaten sonu imhasına programlanmış bir zavallıydı tüm diğer zavallılar gibi
ben asla imha olmayacak olanın peşindeydim. ve o şimdi senin yanındaydı,
elis...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder