14 Şubat 2010 Pazar

"zıt"ların "birlikte"liği,




içeriye doğru süzülen güneş ışıkları odayı tam ortadan ikiye bölüyordu. odanın bir yanı içeriye doğru süzülen ışıkla olabildiğince aydınlık gölgede kalan taraf ise bir o kadar karanlıktı. birbiriyle bakışan iki pencere arasındaki koltuk odanın tam köşesine yerleştirilmişti.

odanın karanlık tarafında kalan bir üçüncü pencereden dışarıda her şeyi yerle bir eden bir fırtına olduğu anlaşılıyordu. diğer iki pencereden bakıldığında ise aksine ucu bucağı görülmeyen yemyeşil kırların güneş ışığı ile dans ettiği bir bahar havası insanın ruhunu okşuyordu.

pencereler arasında koşuşturmaktan yorulan elis kendini yumuşacık koltuğun üzerine bıraktı. bir yandan yağan yağmur eşliğinde kopan fırtınayı dinliyor diğer yandan güneş ışığı ile yıkanan yemyeşil kırları izliyordu. hangi sese kulak vereceğini hangi manzarayı izleyeceğini şaşırmış haldeydi.

kulakları tırmalayan fırtınaya aldırmazlık etmek imkansızdı evet ama manzara o kadar da eşşizdi ki...

elis'in ait olduğu kırlardı onlar ve aynı zaman da kırlar da elis'e aitti. tüm yaşamı boyunca o yemyeşilliği inşa etmek ve kendisine miras kalan kırları korumak için uğraşmıştı. şimdi önündeki bu uçsuz bucaksız güzelliğin kıymetini anlamıştı. tam da şimdi anlamıştı evet! ait olmanın ve kendisine ait olunmasının sihrini tam da o anda keşfetmişti.

fırtına çok uzaklardan geliyordu nasıl olsa ve bir gün mutlaka dinecekti. oysa sahip olduğu uykusundan yeni uyanmış biraz mahmur biraz unutulmuşluktan küskün bahar havası ve göz kamaştıran yemyeşillik hep onunlaydı. düşündü ve gülümsedi aniden. geçen yüzyıllardan beri görülmüş en içten, en samimi ve en gerçek 'elis gülüşü'ydü bu.

"geçmişte olanlara ağladın, gelecekte olacaklara da... yarın bugün ağladığına ağlayacak olmalısın o zaman. peki ne zaman ağlamayacaksın?" diye sordu aptalca kendi kendine. diğer yanda bu düşünceleri bölen kızgın yağmurun sesi bu güzel manzaranın parazitiydi.

birgün fırtına dinecekti mutlaka ki evet. keşke o gün bugün olsa diye düşündü elis...

diyalektik böyle bir şey miydi yoksa? fırtına olmasa manzara bu kadar güzel olabilir miydi? zıtların birlikteliğiyle mi yaşam bir bütündü? bunları hesaba katabilecek kadar yaşlanmayı öğrenmişti elis... yaşlanmak da öğrenilen bir şeydi nasıl olsa söz konusu "sosyal" olmaksa! sözümona sosyal bir çevrenin parçası olmak işte ancak bu kadar bir fayda sağlayabiliyordu insana. aman ne büyük bir bilgi!!! YAŞLANMAYI ÖĞRENMEK küçük kadınlar ve küçük adamlar arasında!

neyse ki elis sadece işine yarayan bilgileri alıp diğerlerini çöpe atmakta çok başarılıydı. yaşlanmayı bir topluluk içinde öğrenecek ama fırtınayı tek başına dindirecekti. yağmurun tekrar başlama ihtimalini göze alarak fırtınayı dindirmek, huzurlu bir şekilde manzarayı izlemenin tek koşuluydu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder