6 Mayıs 2010 Perşembe

kapı gıcırtısı,

kapı elis için aralanmıştı. kapı gıcırtısının sesi elis'in içini açıttı.
mecburdu işte ama. ya çıkmalıydı o kapıdan ya da çıkmalıydı...

yaşlandırmıştı bu ev, bu oda ve bu gezegen onu.

ışıkları sönmüş bir gezegende mutlu bir çocuk olmaya çalışmak ve hayal gücünü korumak için savaş vermek neye kime yarardı ki?

boş bakışların kuşatması altındaydı ya da en iyi halde bakan bile yoktu belki. çünkü bakmak onun için, içini doldurmaktı yaşanan zamanın.

o zaman ne bakan vardı ne gören. hayat boş zaman aktiviteleri halinde akıp gitmeydi işte.

öyleyse dedi ve açtı kapıyı...

gözlerine inanamadı. uçssuz bucaksız sandığı kırların sonunda engin bir deniz görmüşti. sonluluklarını gösterdiler ilk defa elis'e.

kır yolundan zaman zaman koşarak hızlıca, zaman zaman durarak yavaşça denize ulaştı.

uzun bir vakit denizi izledi öylesine ve bakan birine hiçbir şey anlatmayacak bakışlarla.

evine geri döndüğünde soluduğu havanın yorgunluğuyla sarhoş olmuş bedenini yatağının üzerine bıraktı öylesine. gören hiç kimseye hiçbir şey anlatmayacak beden diliyle...

birden karar verdi sonra.

geçmiş gezegenlerin mirası çıkınını çıkardı sakladığı köşeden. uzun uzun konuştu onunla. çıkını ona şöyle söyledi sonra:

"sen ailenleyken bile yalnızdın elis. o yüzden bu yalnızlık kimsesizliğin yalnızlığı değil. bu senin doğandan gelen bir yalnızlık. kaçsan da kurtuluşun yok. bu yüzden de zaten beni hep çok sevdin. ilk oyuncağın bile bendim senin. kaçmak istedikçe hep beni alırdın kucağına. doldur şimdi içimi tıka basa. çünkü bana her dokunduğunda önüne çıkan engin deniz senin mutluluğundur. ister gerçek olsun ister yalan. mutluluk mutluluktur."

çulu çaputu toplayan elis bir kez daha kapı gıcırtısının sesini duydu. bu defa sesi ilk sefer olduğundan daha sertti kapının.

bunun üzerine "anladım" dedi elis.

kapı aralanmıştı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder