28 Ekim 2013 Pazartesi
geçmiş gezegenlerin mirası çıkınım var benim sarıldığım,
pekiymiş: kapı gıcırtısı,: kapı elis için aralanmıştı. kapı gıcırtısının sesi elis'in içini açıttı. mecburdu işte ama. ya çıkmalıydı o kapıdan ya da çıkmalıydı......
sormayacağım. çünkü değer kişinin önünde,
pekiymiş: size değer veriyorum,: Büyüsek, yaşlansak, şehirler değiştirsek, saçlarımız beyazlaşsa, başka şehirlerde başka insanlarl...
sonsuz ve uçsuz kırların kraliçesi artık o,
pekiymiş: korkudan etekleri uçuşmak,: şekerden yapılmış pembe elbisesini giydi elis. işte o sonsuz ve uçsuz kırların kraliçesiydi artık. etekleri uçuşarak uzaklaştı. tüm ye...
17 Ekim 2013 Perşembe
bu bir bayram mektubu: ruha dokunan kelimeler,
bir florasan ışığı kadar soğuk ve renksiz ya da ruhunuz elektrik süpürgesiyle çekilmiş gibi olsa da...
sonra tüm konuşmalar, yenilen yemekler, yüksek sesli sohbetler, müzik sesleri kafamda bir uğultu olup midem bulanmışken algılamakta zorlandığım karmakarışık ilişkiler yumağında bir bayram mektubu aldım ve ruhum yıkandı "iyi niyet"in güzel suyunda...
ve ben uzun süredir ruhuma dokunan "gerçek" bir şey bulduğum için mutluydum,
* * *
Elis’e iyi bayramlar diledim –
“Fly me to the moon” çalsın fonda ama Doris Day’den…
“Seni gördüğümde çocukluğumda dinlediğim bir masalı hatırladım. Bir İran masalında,
sevdiği kadını yüzyıllarca aynı ruhla başka bedenlerde arayan bir adam anlatılır.
Adam sonunda yüzyıllardır aradığı kadını uzak ülkelerin birinde bulur. Ona, güneşli
bir gökyüzü altında birlikte toprak işlemek istediğini anlatır. Kadın sadece gülümser ve
uzak ülkesinde yaşamaya devam eder. Seni ilk gördüğümde sıcak bir ülkede benimle
birlikte toprak işlemeyeceğini, kendi dünyanı bana taşımayacağını biliyordum. Yine bana
gülümsediğinde biliyordum ki ben yüzyıllardır yeryüzünde seni aramışım…” (Öykümü
Kim Anlatacak – Şebnem İşigüzel – Can. Yay. Syf 7)
Daima gülümsemeyi unutma... Bu bayram ve her daim hatırlaman dileğiyle tebessümün
gücünü... iyi bayramlar….
Aslında bu yazı biraz önce bitti sevgili Elis… Hayat eğer bu kadar garip bu kadar
kendince kuralları olan bir şey olmasaydı… Kader hala şaşırtıyor insanı hayatın tadı
(eğer varsa) bunda gizli sanırım… Sevgili Elis birbirimizden çok ama çok uzaktayız…
Belki hiç karşılaşmayacağız… Belki Balzac ve Madam Hanska kadar uzun bir süre
boyunca mektuplar yazabiliriz birbirimize… Kimbilir Elis… Kimsenin bilmemesinde saklı
değil mi büyü aslında…
Sen Elis bir şarkıya sarılıp uyuyacaksın, ben kelimelere… Calvino’nun bir öyküsünde
Ay dünyaya o kadar yaklaşır ki insanlar ona elini uzatınca ulaşabilirler… Belki senin
gezegenin de bir gün yaklaşır yeterince ve ben elimi uzatabilirim sana merhaba demek
için…
Biliyoruz ki hiçbir tanışıklık, şarkılardan, şiirlerden kelimelerden kurulmuş köprüler kadar
yakın olmayacak…
Sadece bayramını kutlayacakken ne kadar çok şey yazmışım gene…
“Sen şu anda orada oturmuş güzelim gözlerini bu satırlar üzerinde kaydırırken şunu
bilmen gerekir ki okuduğun sayfanın tam aksinde çok acayip bir peri oturmuş, senin şu
anda okuduğun satırları yazıyor.”
Bir kitabı okurken, kitabın yazarını görebildiğini hayal et. Öyle ki elinde tuttuğun kitap,
seninle o yazar arasındaki tek bağdır. Belki de yazar, yazdıklarıyla seni baştan çıkarmak
niyetindedir.
Bu satırları yazan kadın, seni sevmek, seninle bir olmak istiyor. Bu kadın seni, kendini,
Mila’yı, Peri’yi, kumral oğlanı, etrafındaki tüm eşyayı, kısaca bütünüyle yaşam’ı, sıcacık
kucaklamak istiyor. Diyor ki: “Gel buraya. Perinin Sarkacı’na.” (Ben Mila / Perinin Sarkacı
/ Sel Yayıncılık)
Sevgiler Elis…
9 Ekim 2013 Çarşamba
tüm ağaçlar mutsuzluktan ölmüştü,
" Her güzelliğin dibinde insana aykırı bir şey yatar ve bu tepeler, gökyüzünün tatlılığı, bu ağaç dizileri kendilerine yüklediğimiz bu düşsel anlamı hemen o dakikada yitiriverirler, yitirilmiş bir cennet kadar uzaktırlar bundan böyle."
Albert Camus ( Uyumsuz Yaşama)
Rüzgarıyla meşhur bir şehirde büyümüştü elis. Hep çocuk kalmasını saymazsak tabii ki!
Rüzgar fırtınaları bazen aylarca sürerdi. Uğultulu tüm günler boyunca zamanını evde geçiren elis, karşıdaki dağın tepesinde küçük bir prensin şatosunun olduğunu düşünür ve bununla ilgili hikayeler uydururdu. "ne işe yaramaz bir çocuk!" diye düşünen bir gezegen onu hep çocuk kalmakla cezalandırmıştı. çocuk kalan bedeninde bakışları büyüdükçe büyüdü. büyüyen tek yanı gördüklerine şaşırdıkça şaşıran bakışlarıydı...
Rüzgar fırtınalarının olduğu günler boyunca evde geçirilen vakitler onu fazlasıyla bunaltırdı. akşamları evdeki sarı ışıkları bulmaya çalışır onlara sığınırdı. aradığı şey hep bir sıcaklıktı...
Geceleri eli sopalı adam ve kadınlar uyumasını dikte ettiğinde yatağının altından çıkan canavarlarla gezegen arasında gider gelirdi. kapı gıcırtıları da cabası! nasıl dayanılmaz gecelerdi. o kadar dayanılmazlardı ki bu fırtınalar dindiğinde bazı ağaçlar mutsuzluktan ölürdü.
o gecelerde onu ayakta tutan tek şey ise karşı dağın ardındaki uçsuz bucaksız yeşilliklerdi. hiç gitmemişti aslında. sadece dağın arkasında nasıl bir dünya olduğunu hayal edip onunla ilgili hikayeler uydurarak hayal gücünü büyütmüştü. sonuçta gözlerinden sonra en çok büyüyen diğer önemli parçası da hayal gücü olmuştu. ta ki zırhlı şövalyeler hayal gücünden daha küçük bir gezegen olduğunu hatırlatarak onu hayal kırıklığına uğratana kadar... dağların ardı zırhlarla çevriliydi... ne yazık!
cebire ve matematiğe ilgi duymayan bir çocuk işte. belki biraz astronomiye ilgisi vardı. o da sadece yıldızları şiirsel bulmasındandı. o yüzden de dağların ardı hayal gücünden hep daha küçük kaldı. bilmem keşke zırhların sınırına gelmeseydi belki de.
bu yüzden dağların ardında ona göre bir gezegen yoktu. hayal kırıklığı kaçınılmaz bir kehanetin dediğine göreyse ne kadar mutlu olsa da karanlık kalacak olan o tek bir tarafı hiç aşılmazdı.
* * *
bir gece o fırtınalı gecelerin rüyasını görerek uyandım. kapı gıcırtısı, uğultu, soğukluk, aranan sarı ışıklar, uyumanı emreden bir dünya, eteğini çekiştiren canavarlar...
sonra kalkıp pencereden baktım.
tüm ağaçlar mutsuzluktan ölmüştü.
8 Ekim 2013 Salı
mektup: kelimelerden köprüler kurmak,
bu mektup okuyan herkesin olsun. doğru yerde doğru cevaplar vermeyi kelimelerden köprüler kurarak değer vermeyi öğreniriz belki bir gün hep birlikte. sözcüklerle birbirimizi zehirlemek yerine...
teşekkür ederim,
* * *
Bir filme, un kurabiyelerine ve soğuk havalara dair-
"benim düşlerim, bana asıl gerçeklerden daha yakın… gerçekler ise, benim için yalnızca birer fantezi..." diego rivieara
“Bil ki hayal gücüme inancım olmasa bir adım bile atamam bu koca gezegende.” (Elis’e ruh eşinden)
Geç de olsa iki günde ancak bitirebilsem de “Stranger Than Fiction” adlı filmi izledim. Eski zaman Woody Allen filmleri gibi başlasa da sonrasında etkileyici bir hikayeye dönüşüyor. Filmi izledin mi bilmiyorum Elis?
Elis film izler mi aslında bu konuda da emin değilim. Gene de oradan bir sahneyi paylaşmak isterim. Kurabiyeler yapmayı çok seven cafe işleten kıza, adam elinde bir kutuyla çıkagelir. Kutuda bir sürü un vardır. Çeşit çeşit… Arpadan buğdaya vs. her türden un… Kız bunları bana neden getirdin diye sorar, adamın cevabı şu olur: “Sana bunları getirdim çünkü seni istiyorum.”
Son zamanlarda duyduğum en iyi cevaplardan biriydi bu. Çünkü hepimiz çoğunlukla doğru soruları sorabiliyoruz ama doğru cevapları genellikle veremiyoruz Elis…
Bu yazının amacı sana ne filmden bahsetmekti ne de karşına bir gün elinde un dolu kutuyla bir adam çıkarsa eğer sakın şaşırma demek değildi. İnsanların algı dünyalarına göre olmayan birine bayan hiç kimseye beni okuduğunu bildiğim için, dışarıda esen rüzgar, atıştıran yağmur, beni yazmaya itelediği için yazıyorum… Bazen kelimelerimizle varlık kazandırırız bazı şeylere… Yazdığım her bir sözcük seni soğuk havadan korur, gök gürültüsünden ürpermene belki engel olur diye… Bu gezegen çoğu zaman korkunç bir yer çünkü Elis…
Sana kelimelerden oluşmuş bir köprü kurmama izin verildiği için ben de mutluyum… Biliyorum ki Elis’de kelimelerle dünyalar kurabilir… her şey çok kırılgan her şey çok içten pazarlıklı buralarda… Sen de biliyorsun ben de…bilmek yetmiyor… Sen insanın içindeki bilgeliğin sesisin o yüzden yazıyorum…
"Bilgi Bilgelikle aynı şey değildir;
Mesela cam silmeyi bilirsin -
bilgelik bunu yapmaktır!" diyordu Nick Nolte bir filminde Elis.
Ne kadar çok yazmışım, ne kadar çok şey söylemişim bayan hiç kimseye sevgiler bay hiç kimseden…
“Muazzam bir tepe vardı karşımda uzun günler boyunca tırmandım karların içinden. Doruğa varınca tüm çabalarım umarsız uzaklıktaki bahçeleri görmek içinmiş gibi geldi bana”
Ben o bahçeleri görmekten mutluyum sevgili Elis…
4 Ekim 2013 Cuma
tam kendi kendime konuşuyordum ki,
tam ne kadar karanlık ve sıkıcı bir gün olduğunu düşünüyordum...
kapı çaldı sonra. kapıyı açtığımda birikmiş bütün mektuplar üzerime yığıldı.
*
yazmaya devam edeceğim bayım...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)