
bugünlerde en sevdiği oyuncağı benim.
o kadar oyuncağın içinden hiç tereddüt etmeden beni seçiyor kaç aydır her gün oyun saati geldiğinde.
zaten aslında diğerleriyle de pek oynadığını görmedim. ama o kadar oyuncağı varken böyle bir çocuğun benim gibi bir oyuncağı seçmesi çok ilginç geliyor bana. bakışları öyle sert ki... "pembe yanaklı ve kırmızı dudaklı bir deniz kızıyla ne işi olur bu asi çocuğun diye soruyorum hep kendime."
üstelik arkadaşları ona "kont dracula" diyorlar. çünkü en sevdiği oyuncağının aslında benden de fazla "karanlık" olduğunun onlarda farkında.
o küçücük karanlıkta ihtişamlı bir şato inşa etmiş kendine ancak yine kendisinin görebildiği.
ben bazen bakarken korkuyorum ama yine de o başını uzattığı zaman şatosundan dışarı kanlı katil sureti birden siliniveriyor kafamdan. görmediğim zaman türlü türlü canavarlar çıkacak şatodan diye kuruntu yapsamda onu gördüğümde o şatodan yine çıkacak olanın sadece deniz kızı ile oynayacak "masum kont dracula" olduğunu biliyorum.
korkuların büyütüldüğü yer karanlık. karanlık da bilinmeyene olan merakımızın zihnimize yansıması sadece.
niye bekliyoruz karanlık odanın kapısında merakla, korkuyorsak pekiy?
çünkü korkmayı seviyoruz.
karanlık: "burda korktuğunuz her şey ve daha fazlası var. bundan da korkmuyorsanız zaten ölmüşsünüz demektir" diyor.
böyle bir yaşam belirtisinin neyin delaleti olduğu hiç belli olmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder